Sabah. Uyandı. Baş ucunda çalan telefonun alarmını kapattı. Hazır eli telefonuna değmişken o gün ona yapacağı 2617 dokunuştan ilk 34 tanesini yaptı. Onunla gün boyu harcayacağı 145 dakikanın 15 dakikası geçmişti bile. Sonra televizyonu açtı. Evden çıkmadan önce 75 dakika kadar günün haberlerini, havanın durumunu, trafiğin halini izledi. Bir de akşama 225 dakika boyunca izleyeceği dizilerin özetlerini… Artık çalışmaya hazırdı. Ama önce bir tweet attı: “Su gibi akıp geçer zaman.”
Merak etmeyin bu sizin hikayeniz değil. İstatistiklerin ortalaması olan bir insanın hikayesi. Çalışmak için, okumak için, anlamlı bir şeyler üretmek için zaman bulamayan insanların ortalama hikayesi. Peki bu ortalamayı nasıl yükseltebiliriz? Üretkenliğimizi, verimliliğimizi nasıl arttırabiliriz? Su gibi akıp geçen zamana nasıl ayak uydurabiliriz? İpucu veriyorum: Çok çalışarak değil. Derin çalışarak…
Derin Çalışmak. Ne demek bu? Profesör Cal Newport’a göre: “Dikkat dağınıklığı olmayan tam konsantrasyonlu bir durumda, bilişsel yetenekleri sınırlarına kadar kullanarak gerçekleştirilen profesyonel aktiviteler.” Kitabın Türkçe çevirisini şuradan bulabilirsiniz. Dünyayı değiştiren eserler hep bu yöntemle çalışarak ortaya çıkmış. Yazılan kitaplar, bestelenen müzikler ya da çözülen problemler, icat edilen şeyler. Kolunu, bacağını, tüm vücudunu kullanarak odaklanmayı gerektiriyor.
Bir de yüzeysel çalışmak var. Buna sığ çalışmak da diyebiliriz. Çok fazla dikkat gerektirmeden yapılan işler. Dolayısıyla bilişsel yetenekleri de fazla zorlamaya gerek yok. Yani herkesin neredeyse bir parmağıyla ya da bir parmağını şıklatarak yapabileceği kolaylıkta işler. Mesela parmağını sosyal medya akışlarını kaydırmak için kullanmak. Ya da TV kumandasında kanal değiştirmek için. Sadece bunlar da değil. Bazı kolay gözükmeyen işler de aslında sığ işler. Öğrenciler için kolay, rutin ev ödevlerini yapmak ya da çalışanlar için e-postaları okuyup cevap vermek de bu kategoride.
Eğer zor şeyleri hızlıca öğrenmek ve potansiyelimizi sonuna kadar kullanarak kalıcı bir şeyler üretmek istiyorsak derin çalışmak zorundayız. Bunun için önce ayaklarımızı suya sokmamız lazım. Modern dünyanın genel problemi bu. Yüzmeyi unuttuk. Aşılması gereken denizler varken biz sahildeki sığ suların sıcaklığına alıştık. Sahilde yaptığımız kumdan kalelerle kendimizi oyalayıp duruyoruz. Sonra da bir dalga gelip yıkınca o kaleleri, hemen suçu zamana atıyoruz. Su gibi akıp geçti yıktı kalemi. Kardeşim su o. Tabi yıkacak. Sen sürekli sığ sularda sığ işlerle uğraşırsan kalıcı bir şeyler bırakmayı da bekleyemezsin. Arada bir kendini o suyun akışına bırakıp yüzmeye çalışmak lazım. Sözüm meclisten dışarı. Kendine değil de suyun akışına kızan istatistiklerdeki ortalamalara kızdım ben.
Burada “akış” kelimesini özellikle vurgulamak istiyorum. Pozitif psikolojide “flow” ya da “zone” olarak geçen bir kavram bu. Akış kuramı. Binlerce yıldır çeşitli biçimlerde karşılaştığımız ama Macar psikolog Mihaly Csikszentmihályi tarafından adı konmuş olan bu kurama göre insanlarda özel bir zihinsel durum var. Yaptığın işe tamamen dikkatini verdiğin zaman ortaya çıkıyor. Yaptığın işe enerjik bir şekilde odaklandığın, tamamen dahil olduğun zaman akışa girmiş oluyorsun. Csikszentmihályi işinin içindeyken kendini kaybeden sanatçılardan etkilenerek bu konuyu araştırıp isimlendirmiş.
Peki kendimizi akışa nasıl kaptıracağız? Derin çalışmaya nasıl başlayacağız? Bunun için ben de bir kavram bulmaya karar verdim. Mağara kavramı. Plato’nun mağarası gibi değil ama. Benimki farklı. Sualtı mağarası. Hepimizin böyle bir mağaraya ihtiyacı var. Bir mekana. Dikkati dağıtacak her şeyden uzak bir yer. Evdeki bir oda. Ya da odadaki bir köşe. Carl Jung elektriği bile olmayan bir köy evini kendisine böyle bir mağara yaptı ve analitik psikolojinin kurucu metinleri kabul edilen kitaplar yazdı. Quentin Tarantino odasına kapanıp bilgisayar bile kullanmadan senaryolarını kaleme aldı. J.K. Rowling evinin dışında bir yazma mekanı oluşturabilmek için İskoçya’da 5 yıldızlı bir otel odasını kiraladı ve “Harry Potter and the Deathly Hallows” kitabını tamamlayana kadar o odada kaldı. Tamam, bu sonuncu örnekle mağara kavramını epeyce bir zenginleştirmiş oldum ama diyeceğim o ki eğer gerçekten suyun altında bir mağaranız yoksa ki benim yok yatağınızdaki battaniyenin altında bile bir mağara oluşturabilirsiniz kendinize.
Mekandan sonraki ihtiyacımız zaman. Bir zaman planı yapmamız gerekiyor. Önce haftada bir, mesela sadece Pazar günleri kısa süreli bir derin çalışma yapın. Sonra bunu günlük bir rutin haline getirin. Sabah kalktıktan sonra ya da akşam yatmadan önce 1 saat gibi. Derin dalışa alışkın olmayanlar vurgun yiyebilir unutmayın. Zaten İsviçreli psikolog Anders Ericsson derin çalışma yapmaya yeni başlayanların bunu günde en fazla 1 saat yapabileceğini söylüyor. Bu konuda ustalaşanlar günde 4 saate kadar konsantrasyonlarını bozmadan derin çalışma yapabiliyor.
Sıra geldi kurallara. Derin çalışma sırasında asla yapmayacağınız şeyler. Bunlara siz karar verin. Dikkatinizi neyin dağıttığını en iyi siz bilirsiniz. Elbette ilk akla gelenler telefon yok, televizyon yok, sosyal medya yok, internet yok kuralları. Bazıları için derin çalışma sırasında belki müzik de yok. Hatta o sırada başkalarıyla konuşmak da yok. Bütün bu yokluklar geçici unutmayın, üstelik müthiş bir varlık doğurabilirler. Az sabır.
Bir de derin çalışma motivasyonunuzu tetikleyecek bir şeyler bulun kendinize. Motivasyon şart. Başlamak en zoru. Tıpkı dalmadan önce derin bir nefes almak gibi. Bu motivasyonun kaynağı gerçekten de derin nefes almak ya da egzersiz yapmak olabilir. Masanızın üstünü temizlemek de olur, sıcak bir kahve yapmak da. Bu tür küçük ritüeller zihninizi derin çalışmaya hazır hale getirsin.
Özetleyecek olursak. Derin çalışmak için bir sualtı mağarasına yani bir mekana, bir zamana, kurallara ve motivasyona ihtiyacınız var.
Hayatımızın %80’i sahilde ya da sığ sularda, telefonla ya da televizyonla oyalanarak geçiyor ya. En azından %20’sinde anlamlı bir şeyler üretebilmek için denizde yüzmeyi denesek. Kendimizi suyun akışına bırakıp açıldıktan sonra bu kez de derin bir dalış yapıp, sualtı mağaralarımıza girsek diyorum. Haftada bir gün ya da günde bir saat bile olsa. Oraya kendimizden başka hiç bir şey götürmesek. Sadece hayallerimizi taşısak. Hedeflerimizi ya da çözmemiz gereken problemleri mağaramızın duvarlarına çizsek. Sonra da bunun için derin derin düşünsek, derin derin çalışsak…